Bir kanser hücresi oluşturmak için birden fazla genetik değişikliğin gerekli olması, kanserlerin ailelerde irsi olarak ortaya çıkabileceği gözlemini açıklamaktadır. Kalıtsal olarak bir onkogenin ya da tümör baskılayıcı genin bir mutant allelini taşıyan bir birey, bu tür mutasyonları taşımayan bireylere göre, kanserin gelişimi için gerekli mutasyonları biriktirmeye bir adım daha yatkındır.
Genetikçiler kalıtımla geçen kanser allellerini tanımlamak için büyük çaba sarf etmektedirler. Böylelikle, bazı kanserlerin oluşma riskinin yaşamın erken döneminde tanımlanması mümkün olabilecektir. Örneğin, kolorektal kanserlerinin yaklaşık %15’i kalıtımla geçen mutasyonlara bağlıdır. Bunların çoğu, adenomatoz polipoz coli ya da APC olarak isimlendirilen tümör baskılayıcı geni etkiler. Bu gen, hücrenin göçü ve tutunması dahil, birden fazla işleve sahiptir. APC alleline geni, ailesinde hastalık öyküsü olmayan hastalarda bile kolorektal kanserlerinin %60’ında mutasyona uğramıştır. Bu bireylerde, ilgili gen işlevini kaybetmeden önce her iki APC allelinde yeni mutasyonların oluşması gerekir. Kolorektal kanserlerinin sadece %15’i bilinen kalıtsal mutasyonlarla bağlantılı olduğundan, araştırıcılar “markörleri” tanımlamak için çabalarını sürdürmektedir. Bu markörler, bu tip kanser tipinin oluşma riskini belirleyebilmektedir.
Meme kanserli hastaların %5-10’unda, bu hastalığın kalıtımla geçtiği yönünde kanıtlar bulunmaktadır. Meme kanseri, Birleşik Devletlerde ikinci en yaygın kanser tipi olup, her yıl 180.000 kadında (bazen erkeklerde) görülmektedir. Bu hastaların her yıl 40.000’i ölmektedir. 1990’da, 16 yıl süren araştırmaların sonunda, genetikçi Mary-Claire King, bir gendeki –BRCA1– mutasyonların meme kanserine duyarlılığı artırdığını göstermiştir. (BRCA meme kanserini ifade etmektedir.) Bu bulgu, o zaman gözden kaçmıştır.
Kalıtımla geçen meme kanserlerinin en azından yarısında o gende ya da akraba BRCA2 genin de mutasyon gözlenmiştir. DNA sekansının belirlenmesini sağlayan testler kullanılarak bu mutasyonları saptamak mümkündür. Kalıtsal olarak mutant bir BRCA1 allelini taşıyan bir kadının, 50 yaşına gelmeden önce meme kanserine yakalanma olasılığı %60’tır. Normal allel bakımından homozigot olan bir kadında bu olasılık sadece %2’dir. Hem BRCA1 ve hem de BRCA2’nin, tümör baskılayıcı genleri olduğu sanılmaktadır. Çünkü bu genlerin yabanıl allelleri, meme kanserine karşı korumaktadır ve bunların mutant allelleri çekiniktir. Açık bir şekilde, BRCA1 ve BRCA2 proteinlerinin her ikisi de hücrenin DNA hasarını onarma yolunda iş görmektedirler. BRCA2 konusunda bildiklerimiz daha fazladır. Bu protein, diğer bir protein ile birlikte, DNA’nın her iki ipliğinde oluşan kopmaların onarılmasına yardım etmektedir; Bir hücrenin çekirdeğinde DNA’nın zarar görmeden korunması yaşamsal önem taşır.
Diğer Faktörler
DNA kırılmaları kansere katkı yaptığından, güneş ışığındaki ultraviyole ışınları ve sigara dumanında bulunan kimyasallar gibi, DNA’ ya zarar veren ajanlara maruz kalmayı en aza indirerek kanser riski azaltılabilir. Erken teşhis ve özel kanserlerin tedavisi için yeni yöntemler geliştirilmektedir. Bu teknikler tümörlerde ki gen ifadesinin analiz edilmesi ve onlara müdahale edilmesine dayanmaktadır. Sonuçta, bu tür yaklaşımlar kanserden ölüm oranını azaltabilir.
Kalıtsal olsun ya da olmasın, kanser ile bağlantılı genlerin çalışılması normal gen ifadesinin bozulmasının bir hastalığa neden olabildiğine ilişkin bilgilerimizi arttırmaktadır. Mutasyonlar ve diğer kalıtsal değişikliklerin yanında, tümör virüsleri tüm de insanlar dahil, çeşitli hayvanlarda kansere neden olabilir. Aslında, kanserin anlaşılmasında en eski buluşlardan biri 1911’de elde edilmiştir. Bu tarihte, Amerikalı bir patolog olan Peyton Rous, tavuklarda kansere neden olan bir virüs keşfetmiştir. Bulaşıcı mononükleozize neden olan Epstein-Barr virüsünün, en belirgini Burkitt lenfoması olmak üzere, insandaki bazı kanser tipleri ile bağlantısı olduğu bulunmuştur. Papillomavirüsler rahim ağzı kanseri ile bağlantılıdır. HTLV-1 olarak isimlendirilen bir virüs ise, erginlerde görülen löseminin bir tipine neden olmaktadır. Virüsler, dünya genelinde, insan kanseri vakalarının yaklaşık %15’inde rol oynamaktadır.
Kanser nedeni olarak virüslerin, ilk bakışta mutasyonlardan çok farklı olduğu görülebilir. Bununla birlikte, şu an, virüslerin kalıtım maddelerini bir hücrenin DNA’sına entegre etmeleri halinde, birkaç yolla gen düzenlemesine etkileyebildiklerini biliyoruz.