Bakteri Yiyen Virüsler
Virüsler canlılık başladığı zamandan bugüne değin bilinen en küçük ve en basit yapılı canlılardandır. Gerçi canlı olarak kabul görüp görmediği bilim dünyasında başka bir tartışma konusudur ama ister canlı ister cansız olarak kabul edelim , dünya üzerinde hemen hemen baktığımız her yerde onlara rastlamak mümkündür: Korkunç derece yüksek veya düşük sıcaklıklarda, okyanusların derinliklerinde, tuz oranının akıllara durgunluk verecek kadar yoğun olduğu yerlerde… Kısaca virüsler her yerdedir ve onları uzakta aramakta gerekmez . Kendi genetik kodlarımıza baktığımızda da onlara rastlarız, genomun %10’u virüs DNA’sından oluşur.
‘’ Virüsler , gezegen ekolojisi üzerinde, görülmeyen ama etkin olan oyunculardır.Onlar türler arasında DNA’ ları taşır, evrim için yeni kalıtsal malzeme sağlar ve çok çeşitli organizma popülasyonlarını düzenlerler. En küçük mikroorganizmadan en büyük memeliye kadar bütün türler , virüslerin eylemlerinden etkilenir.’’
Küçük olmaları sizi yanıltmasın , virüsler varolduğumuz zamandan beri popülasyonumuzun en sinsi düşmanlarıdır . Üstelik onlar hakkında ancak buzdağının görünen kısmı kadar bilgiye sahibiz.
Kendi DNA veya RNA’sına sahip olan virüsler, türlerine özgü konak hücreleri hedef alırlar, konağın genomuna yerleşirler ve genomu kendi proteinlerini üretmek adına ele geçirirler. Şaşırtıcı olan bu olayı sadece 5-10 gen ile başarıyor olmalarıdır. Her virüs türünün infekte ettiği canlı türü spesifiktir. Yani kuşlarda gribe neden olan virüslerin normalde, başka türlerde gribe yol açması beklenmez. Fakat çok hızlı çoğaldıkları ve bazen konak DNA’sına ait parçalarıda kendi genomlarına katabildikleri ve hatta çok düşük oranda da olsa türden türe geçebilmenin yolunu bulabildikleri için evrimsel bir gen karma makinesi olarak iş görürler .
‘’Bir grip virüsü ,bir damlacığa sıçradığında ve yeni bir ev sahibine hastalığı bulaştırdığında , bazen , zaten başka bir grip virüsünü bulunduran hücreyi istila etmiş olabilir. Böylece aynı hücrede iki farklı grip virüsü çoğaldığında işler karışabilir. Bir grip virüsünün genleri sekiz ayrı parçada bulunur ve bir ev sahibi hücre , iki farklı virüse ait bu parçaları okumaya başladığında , parçalar bazen birbiriyle karışabilirler.
Yeni çeşit olarak bilinen bu karışım , türün virüs kaynaklı bir modelidir .Virüsler yeniden çeşitlenme yoluyla genlerini takas ederler bunun sonucunda kuş türleri arasında kolaylıkla geçiş yapabilirler .Ve bazen çok nadir durumlarda , kuş gribi, yeniden çeşitlenme yoluyla insan grip virüs genlerine geçebilir .Bu geçiş , insandan insana yayılabilen , yeni farklı bir virüs suşunun ortaya çıkmasıyla sonuçlanabilir. Ve daha önce insanlar arasında hiç görülmemiş bir virüs suşu olduğundan, kimsenin yeni virüs suşunun yayılmasısını yavaşlatabilen bir savunması da yoktur.’’
Peki ama son derece ciddi tehtitlere gebe olan bu ajanların tarihin belli bir döneminde büyük salgınların durdurulmasında kullanıldığını biliyor muydunuz?
Virüsler İnsanlar İçin Kullanılabilir Mi?
Virüslerin en gözde konaklarından biri de çoğunlukla başımızın dertte olduğu bakterilerdir. Bugün onlara bakteriyofajlar diyoruz
1.Dünya Savaşı sırasında bir çok asker basit bakteriyel enfeksiyondan hayatını kaybetti. Doktorların yaraları temizlemek veya tamamen yaralı parçayı kesmek suretiyle uyguladıkları tedavi yöntemleri işe yaramadı. Halihazırda antibiyotikler de keşfedilmemişti. 1917 ‘de Felix d’Herelle savaş sırasında boy gösteren dizanteri salgını üzerine araştırmalarını yürütürken şans eseri bir şey keşfetti. Hasta askerlere ait dışkıları bakterilerin dahi geçemediği küçüklükte porları olan bir süzgeçten geçirdi. Elde ettiği mikroorganmalarca temiz sıvıyı , dizanteri etkeni olan bakterilerle karıştırdı ve besiyerine yaydı. Felix , üreyen bakteri sahasının bazı bölgelerinde lekelerin olduğunu gördü ve bu lekelerin bulunduğu bölgelerden tekrar örnekler aldı. Aldığı örnekleri tekrar bakteri ile karıştırarak besiyerine yaydı. Bu sefer gözlemlediği lekeler öncekilere göre daha belirgin ve netti. Felix bu lekelerin ölmüş bakterilerin kalıntıları olduğu sonucuna vardı . Bakterilerden bile daha küçük ve daha önce hiç bilinmeyen bu savaşçılara ‘’bakteri yiyici’’ adını verdi . Bir çok hasta askerde bakteriyofajlarını kullandı ve hastalarının hayatta kaldığını gördü. Felix fajlarını ; dizanteri, kolera ve hatta veba hastalarının tedavisinde bile kullandı. Bakteriyofaj tedavileri oldukça ün kazandı.
Fakat 1930 ‘larda antibiyotiklerin keşfedilmesi ile ilaç olarak faj kullanımı bir anda durdu. Yeni gözde antibiyotiklerdi .
Fakat günümüzde dünya genelinde hızla artan antbiyotik direnci alarmlarından dolayı bilmekteyiz ki bakteriler de antibiyotiklere karşı çaresiz değillerdir. Son gözdemizde ününü kaybetmek üzeredir.
Halen bakteriyofajların tedavideki yerini savunan bir grup bilim insanı faj tedavisi üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Bu tutumlarına dayanak olarak, bakteriyofajların saldırılarının çok dar bir noktada toplanmasını , antibiyotiklerin hedef dışı zararlarından uzak ve daha kontrollü olduğunu savunmaktadırlar .
Karşıt bir grup ise : ‘Bilim insanlarının etkili bir faj tedavisi bulabilseler bile , evrimin onu faydasız bir hale getireceğini ‘ tartışmaktadırlar.
Fakat faj tedavisinin savucuları söz konusu evrim olduğunda virüslere son derece güvenmektedir.
Halen net veriler olmasada önümüzdeki dönemlerde -bilimin ışığında- faj-antibiyotik dengesinde değişmeler olası gözükmektedir.
İleri Okuma İçin; Planet of Viruses